27 Temmuz 2008 Pazar

İki Yeşil Susamuru


Kitabın adı:İki Yeşil Susamuru
Kitabın yazarı:Buket Uzuner

‘İki yeşil Susamuru yaşadığımız dünyaya,aşka,çevre sorununa alternatif çözümler arayan aydın ve farklı bir çiftin hikayesi,bir modern zamanlar romanıdır.’diyor yazar kitabının arka sayfasında.Ne kadar modern olduğu bilinmez ama ben hikayeyi çok ilginç buldum.Gerçek bir olayı Buket hanım kitap haline getirmiş.Aslında böyle olması istenmişte denilebilir.Kitabın kahramanı Nilsu Baran adında ki bayan Buket hanıma gelerek bir dosya verir ve bu benim hayat hikayem roman olarak yazar mısınız ricasında bulunur.Hikayeyi ilginç bulan yazar başlar yazmaya fakat hikayenin yarıda kesildiğini gören yazar bunun bir sır olabileceğini ve belki de bu sırrı kendisinin çözmesinin gerektiğini düşünür.Nilsu Baran’a ulaşamaz sanki kadın sır olmuştur.Fakat hikayede bir yazarın adı geçer.Neyyire Gömüç.Tanıdık bir yazar olduğu için rahat bulur, bu kitaptan bahsettiğinde Neyyire hanım o an fenalaşır ve Buket hanımı evden kovar.Bu anlatılanlar gerçek olduğu için paylaşmak istedim.Nasıl bittiği ise kitapta saklı bu kadar ip ucu yeter…

Yine bir kadın yazar okuduğum için çok mutluyum ve çok beğendim.
Tavsiyemdir!

BEYAZ GEMİ


Kitabın adı:Beyaz Gemi
Kitabın yazarı:Cengiz Aytmatov

Bu kitabı seçmemdeki sebep ne kitap hakkında olumlu bir yorum duymam nede yazar hakkındaki düşüncülerimdir.Okumamdaki tek sebep Aytmatov öldüğünde hakkında çok konuşulmasıdır.Sadece meraktandır bu çırpınışım… Romanın kahramanı yedi sekiz yaşlarında bir çocuktur.Kitap,çocuk ve onun ailesi hakkındaki olaylardan oluşur.Kitap masal ve efsanevidir aslında…Çünkü romanda, olmayan gerçek dışı bir olaya inanırlar.Boynuzlu maraz ana adındaki bir geyiğe inanırlar ve onun çocukları olduklarını düşünürler.Ben gerçek dışı olan böyle hikayelerden pek hoşlanmıyorum.Kitabı bitirdiğimde harcadığım vakit için pişman oldum fakat bu yazarı okuyup tanımaktan da memnun ayrıldım kitaptan.

8 Temmuz 2008 Salı

Mahrem-i esrarımızdır öteki...


Kitabın adı:Öteki

Kitabın yazarı:Dostoyevski


Dünya klasiklerini bitirmeyi amaç edinen ben yine muhteşem bir kitapla karşınızdayım.

'Öteki'nin başkişi olduğu bir romandır Dostoyevski'nin kitabı: 'Öteki'. Dostoyevski'nin romanında esas Bay Goladkin'in yerini alan, 'öteki' olan ikizidir. Kendisiyle tıpatıp benzerlik gösteren, onunla aynı adı taşıyan, namussuz, ahlaksız, ikiyüzlü ve işini bilir 'öteki' Bay Goladkin. Ancak küçük Goladkin bir sanrıdır tabii. Güçlü bir Hıristiyan inanışına sahip olan Dostoyevski metafiziğe yüz veren yazarlardan değildir. O gizemlerini insan ruhunun temelinde bulur. Bu nedenle de kahramanı Goladkin'in Mr. Hyde'ı labaratuvar deneylerinde elde edilen biri değil, hasta bir ruhun kabusudur. Ancak roman sadece hasta bir ruhun kabuslu sanrısının hikâyesini anlatmaz. Bay Goladkin, tüm dünyaya, yabancı olan her şeye düşmandır. Sözgelimi kendine benzemez bulduğu iş arkadaşlarına, sınıfını ve dünyasını içine sindiremediği uşağı Petruşka'ya, pansiyoncu Alman kadına, Fransız romanlarına, Alman edebiyatına... Hayatın tüm kötülüklerini dış dünyada bulurken 'öteki'nin tanımı zaman zaman genişler, zaman zaman daralır. Ama durum ne olursa olsun onu en rahatsız eden küçük Goladkin'dir, kendi ikizi. İkizi kendisi olmayan her şeyi simgelemektedir gözünde ve hayatının mahvolmasına neden olan da ondan başkası değildir. Çaresizce çırpınır ondan kurtulmak için. 'Öteki', kişilik bölünmesine ilişkin bir roman olmanın yanısıra kendi içimizde yaratıp yaşattığımız, söz hakkı tanımadığımız ya da herhangi bir biçimde yüzleşmediğimiz, varlığını kabullenmeyip reddettiğimiz Dostoyevski'nin romanında kahramanın ilaçlarını içmediği küçük bir sahnede okura sezdirilir, 'öteki'nin bir kez daha her şeyi ele geçirişini anlatır. Ve bu 'öteki'nin tehdidi büyüdükçe dış dünya da tümüyle 'öteki'nin bir yansımasına dönüşür. Artık her şey, yıpratıcı endişe ve telaş dışındaki her şey 'öteki'nin tanımına girer. Ya da başka bir deyişle, rahatsız eden her şey 'öteki'nin kimliğine bürünür. Ve 'öteki' Goladkin'in kendi sanrısından öte birisi değildir. Tüm dünya aslında bir sanrı yoluyla içe alınmıştır. Oysa sanrısının etkisinde alışverişe çıktığı sahnede nasıl da keyfi yerinde biridir Goladkin, tıpkı Mr. Hyde'la balayı günlerindeki Dr. Jekyll gibi. Belki 'öteki'ni ama asıl önemlisi 'ötekileştirdiklerimizi' bir kez daha düşünmekte fayda var. Daha doğrusu ötekileşmenin getirdiği rahatlıkla, ötekileştirmenin getirdiği karabasanı ve bu ikisinin birbirine geçişinin kolaylığı üzerine... Belki daha bir cesaretle yüzleşmeliyiz onunla.


'öteki tek celsede ölümü ister.Bir soru imidir roman sayfalarında,hatalarla kaybedilenlerle geçen yaşantılarda...karanlığa düşmüş bir çığlıktır öteki.'

30 Haziran 2008 Pazartesi

Ruhun artık özgür, sana dönmeyişinden belli…




Kitabın adı:Dikenli Yollar


Kitabın yazarı:Yonca

Nereye kadar… Ne zamana kadar… Bu yolun bir bitimi olmalı. Belki de henüz hak etmiyoruzdur yarınları… Yeterince olgunlaşamadığımızın bir göstergesi olmalı inancımızı kaybetme korkusuna sahip oluşumuz.’Artık yeter!’ dediğimiz, haykırışlara boğulduğumuz üst üste yığılan birikintilerin yeni bir döngüsündeyiz. Sorguladığımız sorular bizi yeni bir sorunun kapısına bırakıyor her seferinde… Çıkış yolu olmayan bir labirentin içinde ‘ya bir çıkış varsa’ nın oyununu oynuyoruzdur kendimize… İnancın yitirilişi içinde umudun tükenişine belki de biraz biz el veriyoruz pes edercesine…

İçimde yaşadığım boşluğun korkusu gözlerimde… Yaşamak istediğim yaşam boğuyor beni kendi elleriyle… Kendi istek ve arzularım hep kendimle arama girdi, beni hep kendimden uzaklaştırdı… Şimdi kendim sizim yaşamak istediğim yaşamımda… Ama özgür bile değildim, rahat da…’


Seni bendeki hiçsizliğe davet ediyorum… Sana uzanan elimde var olmayanla çağırıyorum seni… Sana hiçlikten başka sunacak hiçbir şeyim yok… Sana gel desem yine de gelirmisin? Hiçsizliğin hiçliğine…

Hayatın elinden aldığına sahip olamadığına inandığın her ne varsa onlara; hayattan sökercesine geri alıp, sahip olman ve senden esirgenenleri başkalarından esirgememen dileğiyle…

15 Haziran 2008 Pazar

BABA VE PİÇ


kitabın adı:BABA VE PİÇ

kitabın yazarı:ELİF ŞAFAK


Bir Türk masalın mukaddime ...ve bir Ermeni masalına...


Uzun bir aradan sonra yine bir ELİF ŞAFAK kitabıyla karşınızdayım.Kitabı telafisi olmayan bir aksamayla okudum.Bitirmek için çok beklettim sebepsizce..Yazarın bu kitabı Türkiye de çok yankı bulan ve çok tepki gösterilen bir kitap.Fakat İngiltere de ödüle aday gösterilen de bir kitap.Türk-Müslüman ve Ermeni aileleri arasında geçen,BABA VE PİÇ,İstanbul-san Francisco hattında yaşanan bir hikayedir.Ermeni ve Türk ailelerin birbirinden uzakta fakat iç içe geçmiş hayat hikayeleri anlatılıyor. Hem ermeni ailenin hem Türk ailenin arasında yaşanan ermeni soykırımı da işleniyor kitapta.yazar üçüncü göz olmayı o kadar başarmış ki Türk ailenin kültürünü ve Ermenilerin Türklere karşı tutumunu hayranlık derecesinde kaleme almış.bu kitabı elime aldığımda dikkatimi çeken tek şey kitabın kapağındaki resimdi.Sadece İçi yarılmış bir nar resmi. bir şey ne kadar bütün görünse de aslında içinde binlerce parçası yer almakta …

Hikaye Türk kazancı ailesinden olan Feride’nin bir doktor odasında yaşadıklarını anlatarak başlıyor.bir çocuk aldırma hikayesiyle..Fakat bir ezan sesiyle vazgeçen Feride’nin bundan sonraki hayatı ve ailesinin başından geçen olaylarla devam ediyor.Mesela ailede bir inanışa göre kazancı alisinin erkekleri 41 yaşına gelince bir lanetten dolayı ölüyorlar.Bu yüzden ailenin tek evladı Mustafa kaderinden kaçarcasına Amerika’ya gidiyor ve 20 yıl ailesini unutarak geri gelmiyor.Buraya kadar olan kısımda başlıkla çok bağlantı kuramadım fakat kitap ilerledikçe durumu anladım.Feride’nin Asya adında bir kızı olur fakat evde annesine teyze diye seslenmektedir.Evin içindeki bu aile bir sürü sırla yaşamayı öğrenmiştir.Bir anne ve 4 kız kardeş beraber yaşamaktadırlar.Ermeni-Türk ve Amerikalı aileler arasında gidip gelen bu hikaye çok iyi gözlemler ve bilgi birikimi sonucunda yazılmış bir eserdir.

Asya, Feride’nin kızı… Babasız büyüyen Asya annesine teyze olarak seslenir.
Fakat bir gün Ömrü boyunca sırlar dünyasında yaşayan bu kız babasını 41 yaşında bir ölüm yatağında acı bir şekilde tanır…

GÖKTEN KAFANA NE YAĞARSA YAĞSIN ASLA KÜFRETMEYECEKSİN.
BUNA YAĞMUR DA DAHİL.

16 Mart 2008 Pazar

MAHREM...


kitabın adı:MAHREM

kitabın yazarı:ELİF ŞAFAK


Başka bir Elif Şafak eseriyle tekrar karşınızdayım.Galiba bende takıntı oldu fakat bir yazarı ancak bir kaç kitabıyla okuduktan sonra tanıyabiliyorum.Bu kitabı biraz karışıktı.Kendi iç dünyasını yansıttığı bu kitabı biraz psikolojiye yakın bir eserdi.Sıkılmadım desem yalan olmaz.Kurduğu cümlelerde çok fazla felsefi yapı olduğu için okuyucuyu biraz zorluyor açıkçası.Hani derler ya en iyi film sonunu tahmin edemediğin filmdir diye belkide bu kitap içinde öyle düşünmek gerekir.Okunulan veya izlenilen herşey biraz düşünmeye zorlamalı diye düşünüyorum.Elif Şafak'ı okumaya devam etmem gerekiyor galiba..


Göz bebeğinin çapı gelen ışığın miktarına göre değişir.Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini,Aydınlık ve yakınlık küçültür.Aşık oluncada büyür gözbebeği;demekki aşık olunan hep uzaktadır.Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için,maşuka 'gözbebeğim!'diye hitap edilir.


Aradaki mesafelerin olmaması dileğiyle...

22 Şubat 2008 Cuma

'insanoğlu açıklık bir tarlada doğar,karanlık bir ormanda ölür.'


KİTABIN ADI: YAKAMDAKİ YÜZLER
KİTABIN YAZARI: CAN DÜNDAR


Evde bir çekmecede duruyor, yitirdiklerimin kara çerçevelere hapsedilmiş yüzleri…
Her bir yüzün üzerinde onları hüzünlü bir cenazede ceketimin yakasına rapteden toplu iğne izleri…
Kimini ecel denilen meçhul nehre bırakmışım kendi ellerimle…
Kimini hain saldırılar almış benden; kalleşçe…
Kimi vakitli gitmiş, sırasız ölmüş kimi…
Oğlunu gömmüş babalar, finalini hazırlamış ressamlar, son yolculuğa şiirlerle uğurlanmış dostlar…
Her birinin öyküsünde ayrı bir yaşam dersi bulduğum kahramanlarım…
Kendileri de yakalarında yüzlerle gidiyorlar. Ve kalbimin kabrinde yan yana yatıyorlar…

Yazının başında yazarın yazısıyla başlamak istedim. Kitabın adını ilk okuduğumda pek fazla bir şey anlamamıştım açıkçası… Çünkü ben Can Dündar’ı hep romantik yazılar yazan biri olarak tanımıştım. Fakat kitabını ilk defa okudum. Bu kitabında Yazarın hayatında yer alan hocalarının, meslektaşlarının, dostlarının ve akrabalarının nasıl yaşadıklarını ve nasıl öldüklerini anlatıyordu. Kitabın konusu kısacası; ÖLÜMDÜ… Köşe yazılarının da yer aldığı bu kitapta çok fazla tanımadığım isimler yer alıyor. Fakat bir yandan da Ahmet Kaya’dan Aziz Nesin’ e Ecevit’ten Cem Karaca’ya Hrant Dink’ten Kemal Sunal’a Leydi Diana’dan Melih Kibar’a Kadir Has’tan Zeki Müren’e kadar da tanıdık isim yer alıyor. Yazar, Bu kişilerin mesleklerini, Dündar ile olan ilişkilerini ve ölüm anlarını anlatıyor.
Belki isimleri tanımadığım için beklide ölümün adını duyduğum için midir bilmem ama kitabı çok severek okuyamadım. Yanlız Melih Kibar’ın hayat arkadaşının ölümünün ardından yazdığı bir ağıt ve birkaç ay sonra aynı hastalıktan ölmesi çok dikkatimi çekmişti.

‘Çoban yıldızına baktım bu gece… ve güldüm gökyüzüne… Ölümlere… Bile bile…’

10 Şubat 2008 Pazar

‘Ölmeden önce ölenler var ya, işte onlar küçük harfle aşktan büyük harfle AŞK’a geçerler.’


Kitabın adı: SİYAH SÜT
Kitabın yazarı: ELİF ŞAFAK


Kadın yazarlara karşı her zaman bir hayranlığım olmuştur.Sakın Feminist olduğumu düşünmeyin ama kendilerini anlatış biçimleri ve benzetmeleri gerçektende hayranlık uyandırıcı..Bu kitap kadınlığın,kadınların hayatının kasvetli ve karanlık ama son tahlilde geçici bir dönemiyle ilgili.
Herkesin içinde de bir içten sesler korosu yok mu? Ne yapmamızı söyleyen, bir diğeri yapılmaması gerekeni anlatan sesler… Mesela sürekli kariyerimizle alakalı,okumamız gereken kitapları anlatan, mantıklı şeyler söyleyen Sinik Entel hanım,bazen de süse düşkün ve daha fazla gösterişe meraklı bir Saten Şehvet hanım yok mu mesela…Bir diğer ses de sürekli hırslarının peşinden git diye söylenen, yükselmek için çabalamamızı isteyen Hırs Nefes hanım.Bir diğer tarafta da daha duygusal,annelik yönümüzün ağır bastığı gerçektende bazen anne olmak istediğimizi hatırlatan Anaç Sütlaç hanım..Bu sesler korosunda bulunan bir diğeri ise bu dünyayı değil de diğer tarafı düşünmemiz gerektiğini ve her zaman haktan yana olmamızı söyleyen,başımızdaki dertler için sınavdır geçer diye bizi rahatlatan Can Derviş hanım...Bir diğer tarafta ise her işimizi pratik olarak kısa yönden bitirmemiz için başımızı kemiren Pratik akıl hanım.. Yazarın anlattığı içindeki sesler korosu sakinleri bunlar. Aslında hepimizin içinde içimizden sesler korosu yok mu sanki. Her zaman bizi rahatsız eden beklide kararsız kılan sesler fakat bazen de doğru şeyleri söyleyen bir sürü parmak hanımlar. Fakat Yazar o kadar güzel tanımlamış ve onlara öyle isimler vermiş ki kitabı okurken çok zevk aldım. Bir an benim içimdeki sesler korosu da bundan cesaret alarak konuşmaya başladılar. Özellikle Sinik Entel Hanım başımın etini yedi sende böyle şeyler yazabilirsin ama daha fazla kitap okuman ve bu kitapları bitirmen lazım diye…

‘Sen hiç elinde oltayla denize koşan balıkçı gördün mü? Göremezsin. Çünkü balık kovalamaz balıkçı dediğin. Bekler ki balık kendine gelsin.’

13 Ocak 2008 Pazar

YOLCULUK NEREYE HEMŞERİM??


Kitabın adı: YOLCULUK NEREYE HEMŞERİM?
Kitabın yazarı: GÜLSE BİRSEL

Yine bir Gülse Birsel kitabıyla karşınızdayım. Bir çırpıda iki kitabını da zevkle okudum. Fakat bu kitabı diğerlerinden farklıydı. Biraz daha duygusal yaklaşmış olaylara. Hele bir yazısı kalbimden vurdu. Sanki Gülse Hanım Düşün-Taşın kulübünü biliyormuş ve yaptığımız şeylere destek oluyormuşcasına bizi destekleyen bir yazı yazmış. Herkesin kitap okuması gerektiğini vurguluyor defalarca. Kendisi 3,5–4 yaşlarında okumayı öğrenmiş. Ayşegül adlı bütün hikâye kitaplarını babası sayesinde bitirmiş. O kadar çok okumuş ki iki günde bir kitap bitirmiş. En sevdiği yazarında Ömer Seyfettin olduğunu dikkatle vurguluyor. Hala kitap okumanın heyecan verdiğini anlatıyor yazısında. Bir cümlesinde ise verdiği mesaj çok etkili;

‘hatırım için çocukları kitap fuarına götürün. İnanın ‘’oha falan oldum’’ demekle bozulmaz Türkçeleri, ama kitap okumazlarsa o zaman toptan yandık!’

Anladım ki her başarılı insanın hayatında kitap önemli bir yer alıyor. Zaten bu kadar başarılı, zeki ve bu kadar da sıra dışı işlerin meydana gelmesi okuduğumuz kitaplarla orantılı oluyor.
Bundan önceki zamanlarda kitap okumaya önem versemde bu kadar çok okumadım. Birçok kitap okumama vesile oldukları için ve öğrendiğim bilgiler için Düşün taşın kulübüne ve o kulübün kurulmasını sağlayan, bizim sıra dışı işler yapmamıza sebep olan sayın başkanıma huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum.

'Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime!'


Kitabın adı: HALA CİDDİYİM
Kitabın yazarı: GÜLSE BİRSEL

Gülse Birsel ismini hep takdirle anmışımdır. İlk g.a. g programını seyretmiştim o zamanlar. Anlatımı çok farklıydı ama nedense yazılı bir metinden okuduğunu zannetmiştim. Daha sonra benim Favori dizim Avrupa Yakasında senarist ve oyuncu olarak karşıma çıktı. O sıralar arkadaşlarımdan hep yazarın bu kitaplarını aradım. Çok aramama rağmen beklemediğim bir anda beklemediğim bir şekilde kitaplarına sahip oldum. Dolayısıyla bu kitap daha fazla önem kazandı benim gözümde.
Boğaziçi ekonomi mezunu, Amerika’da sinema üzerine mastır yapmış olan yazar, bu kitabında köşe yazılarını bir araya toplamış. İlk sayfada özgeçmişini okuduğumda bir cümlesi dikkatimi çekti.’her kitapta özgeçmişinin daha da uzamasından endişe duymaktadır.’Bu cümle kendine ne kadar çok güvendiğinin göstergesidir bence. Köşe yazılarında ise kendi hayatına kimsenin görmediği bir başka kapıdan bakmış. Çok az uyuduğunu ve çok okuduğunu öğrendim. Bütün dizinin bölümlerini ve reklâm metinlerini kendi yazdığını anlatmış kitabında. Hayatında olan olaylara mizahi yönden o kadar güzel yaklaşmış ki belki o gibi olaylarla biz günde on defa karşılaşıyoruz. Fakat yazar anlatımına benzetmeler ve mizahı katarak ortaya mükemmel bir kitap çıkmış. Hayatında başarılı, zeki ve yetenekli kadınlara hep takdir eder ve örnek almaya çalışırım. Buyurun okumaya…

Ancak, çok iyi okuyan kendini çok iyi anlatır ve onu kelimeler döker.

2 Ocak 2008 Çarşamba


Kitabın adı: KARA ELBİSEDEKİ LEKELER
Kitabın yazarı: İHSAN ABDÜLKUDDÜS

Kitap;Mısırlı, uzman bir ruh doktorunun 1950 yılında Afrika’ya yaptığı seyahatin hikayesini anlatıyor.Kitabın kapağını gördüğümde çok içimi açmadı açıkçası.fakat okumaya başladıkça bu seyahati çok beğendim.Bu doktorun tatil için Afrika’yı seçmesi ve hayatında ilk defa karşılaştığı iki farklı insanın iki farklı hastalığını konu alıyor.Bir gün hotelin kapısının çalmasıyla Sami adında biriyle tanışır.Bu kişi doktora çok yardımcı olur,çok neşeli bir adamdır ama orada yasa haline gelmiş olan zencilerden nefret eder.Onların bulunduğu ortamda bulunmaz ve gerekirse şiddet uygular.Fakat Sami, zamanla anlaşılır ki kişilik bunalımındadır.Kendi bile hatırlamadığı başka bir hayatta yaşar.Çok nefret ettiği zenci hayatını..Neden böyle davranır neden hatırlamaz?İşte bu da kitabın can alıcı noktalarından bir tanesi…Kardeşi Samiye ise,Mısırın ünlü sanatçılarından Ümmü gülsüm’e hayrandır ama sesini duyunca sinir krizleri geçirir.Ağabeyleri Selim ise evde bastırıcı bir rol oynar.Doktor için çözülmesi zor bir meseledir.Zencilere neden bu kadar karşı çıkıldığını araştırır yıllarca.bu konuda Afrika dönüşü bir çok araştırma yapar.Doktorun bu iki gizemli olayı nasıl çözdüğünü hayranlıkla okudum.
Kitap boyunca sadece bir şeyi düşündüm.

Ben bir ruh doktoru olsaydım sorunlara nasıl çözüm getirirdim? Ya siz?Bir düşünün bakalım
.