14 Aralık 2007 Cuma

'Günaydın Anneciğim,rüya var mı?' 'Ben rüya oldum,kendim'


Kitabın adı: ANNEM BELKIS
Kitabın yazarı: GÜNDÜZ VASSAF

Gündüz Vassaf, annesi Belkıs hanımın hayatını yazdığı bu kitapta imparatorluğun son yıllarında Balkanlardaki katliamdan kurtulabilen Rumeli göçmenlerinin günlük yaşantısını, İstanbul’da yalnız yaşayan bir genç kadının hikâyesini konu alıyor.
Gerçek bir hayat hikâye olması en çok dikkatimi çeken yönlerden bir tanesi... Belkıs hanımın dilinden yazılan bu kitap, Balkanlardaki o zor günlerden sonra Türkiye’deki yaşantıya nasıl ayak uydurduklarını ve Belkıs hanımın bütün akrabalarıyla ilişkisini ve kültürünü yansıtıyor. Belkıs Hanım o kadar sıra dışı bir kadın ki Ustrumca’da o yıllarda okuyan tek kız. Çünkü o yıllarda kızların okuma-yama öğrenmesine karşı çıkılıyormuş bunun sebebi ise erkeklerle arasında oluşacak iletişimi engellemek gönderilen mektupları okumamalarını sağlamamış. Fakat Belkıs hanım’ın ailesi o kadar güngörmüş ki insanlarmış ki ailede okuyan tek kız olma unvanına kavuşmuş. II. dünya savaşı yıllarında Harvard’da erkekler arasında psikolog okuyan tek kadın Amerikanın bir hastanesinde yıllarca psikologluk yapar.
Kitapta ailenin bütün fertlerinin fotoğrafı yer alıyor. Yaşanmış hikâyeleri her zaman ibret vericidir. Gündüz Vassaf annesini onun dilinden öyle güzel anlatmış ki sanki o dönemde yaşıyorsunuz. Bir kadının hayatla olan mücadelesini okurken bir tarih yolculuğuna çıkıyorsunuz. Bu yolculuğa sizi de davet ediyorum…

‘Belkıs Hanım istediğiniz bir şey var mı?’
’kendimi bulmak’

25 Kasım 2007 Pazar

Bir şey değil,yeni bir şey söylemek için...


kitabın adı:Cümle Kapısı

kitabın yazarı:Nazan Bekiroğlu


''Kelimeyle değil,cümleyle düşündüğümü fark ettim ben.Muhal farz bile olsa her şeyi özetleyecek bir cümle' tutkum, mana birimimin cümle olmasından.Karmaşık cümlelerle konuşmayı sevmem, öyle düşünmemden.Başka türlü anlatamıyorum,bu yüzden mazurum ben.''


Lisede bir çok deneme türü okudum.Bu kitabı da yazarını çok beğendiğim için aldım.Yazar bir çok farklı konulara değinerek kendi yorumuyla anlatmaya çalışmış.Nazım Hikmet'ten tutunda bugünün cezaevlerinden osmanlı dönemindeki zindanlara,eski dönemdeki işlenen suçlardan şairlerin ömürlerini nasıl karanlık bir oda da geçirdiğine kadar,zindanlardaki işkencelerden unutulmayan aşklara kadar bir çok ilgili yada farklı konularda kendi üslübuyla yazılmış yazılar.kitaptan bir bölüm paylaşmak isterim sizinle.ömrünü zindanda geçiren yazar Nihal Atsız...Askeri tıpbiyeden atılmış,edebiyat fakültesi asistanlığından ilişiği kesilmiş,edebiyat öğretmeni iken birkaç kez uzaklaştırma almış,çıkardığı dergi kapatılmıştı.Başbakana yazdığı mektupla hakkında 'hakaret davası'açılmış ve tutuklanmıştı.Kaldığı süre zarfında zindanın ne demek olduğunu anladı:


acaba yaşlımı kara gözlerin

içimde bir derin yara gözlerin

daldı mı uzak bir yere gözlerin

görmüyor,bilmiyor,bilemiyorum


günleri sayamam geceler iner

beklerim geceyi yıldızlar söner

gizli bir yaram var durmayıp kanar

neresi?bulupta silemiyorum


ulaşsada sana yolların ucu

varmaya yetmiyor Atsız'ın gücü

içimde dururken bu kadar acı

Hala yaşıyorum ölemiyorum..


Aslında deneme türü yazılar biraz sıkıcı oluyor ve bu kitapta da zaman zaman çok sıkıldım,bitirmek için çok uğraştım ama biraz derin düşününce yazarın farklı pencereden baktığına ve cümlelerle nasıl oynadığını fark ettim.Yazar adeta kalemiyle oynuyor kitabını yazarken.. bunu anladım..

Cümle kapısı.kapalı bir kapı aslında.

Nur'un babasına son cümlesi,esamenin ateşe düştüğü an.Kime nasıl anlatayım?

9 Kasım 2007 Cuma

İstediğiniz kişiye 8 dakikada nasıl evet dedirtirsiniz?




Kitabın adı: ETKİLEME SANATI
Kitabın yazarı: KEVİN HOGAN

Kitabı ilk gördüğümde başlığı çok dikkatimi çekmiştim. Diğer kişisel gelişim kitaplarına benzediğini düşünmüştüm. Karşımızdaki kişiyi nasıl etkileyeceğimizi beden dilini, giyim tarzını nasıl kullanacağımızı anlatıyordu. Kendinizin ya da bir başkasının davranışlarını değiştirmek istiyorsanız, yapacağımız ilk şey çevre koşullarını değiştirmek olduğunu söylüyordu yazar. Kitaptan size bazı önemli noktaları göstermek istiyorum. Daha fazlasını kitabı okuyarak öğrenebilirsiniz.

Kişilerin birbirlerini gördükleri ilk 4 saniye çok önemlidir. Bu ilk saniyeler kişi hakkında kesin yargılara varılıyor. Bu ilk izlenimler kişiler üzerinde önemli etkileri vardır.
Peki ya en muhteşem ilk izlenim nasıl bırakılır? Bu soruya yazar 13 maddelik ipuçlarıyla cevap vermiş.
1. Karşınızdaki kişiden ne fazla şık olun ne de fazla spor olun.
2. Müşterinizin değer yargılarını tahmin edin.
3. Karşınızdaki kişiye temiz kokun.
4. Kişinin en çok neye önem verdiğini öğrenin.
5. Önem sırasını dikkate alın.
6. Ürününüzün müşteri için ne yapabileceği değil, yeterliliği sağlamak için ne yapması gerektiğini bilmektir.
7. Kişinin konuşma hızını takip edin. Ne çok yavaş konuşun ne de çok hızlı.
8. Karşınızdakiyle konuşurken kişiyi sağınızda tutmaya çalışın. Bu her ikinizin sol beyninizi daha faal biçimde kullanmanıza yardımcı olur.
9. Göz seviyenizin onunkinin altında olmasına dikkat edin.
10. Tepkilerinizi paylaşın ama ölçülü olun.
11. Kişiyle aynı terimleri kullanın.
12. İlgi alanlarına samimi yaklaşın.
13. Kişinin ihtiyaçlarını belirleyin.

Son bir nokta ise her zaman güvenilir olun. İşinizde uzman ve dürüst olursanız en güvenilir kişi olursunuz.

Dürüstlük+uzmanlık=güvenilirlik

23 Ekim 2007 Salı

UFUKLARIN SULTANI FATİH SULTAN MEHMED...


KİTABIN ADI:FATİH SULTAN MEHMED
KİTABIN YAZARI:YAVUZ BAHADIROĞLU
'Fatih,en sıkışık anlarda savaş alanında yağlı paçavralı mermiyi icat edecek kadar buluşçu,askerlik hünerine sahip,hiç denizciliği olmayan bir milleti bir kaç yıl içinde dünyanın en büyük deniz gücüne sahip kılacak kadar muktedir,bir devletin her ihtiyacına yetecek kanunlar va'zedecek kadar görüş,seziş ve idare gücü olan bir devlet adamıydı;gelmiş geçmiş hükümdarlarla kıyas kabul edilmeyecek bir varlıktı' Salabris
Yavuz Bahadıroğlu'nun okuduğum ikinci kitabıydı.Osmanlı devletini ve padişahlarını ne kadar minnetle andığını ve nekadar hayran olduğunu bu kitabında tekrar anladım.Aslında yazarın buradaki tek amacı Fatih Sultan Mehmet'in ailesini,çevresini ve hocalarını anlatarak örnek insanın nasıl yetiştiğini ve nasıl terbiye aldığını bugünkü insana ayrıntılı şekilde aktarmak.Fatih gibi bir cihangir'in babası Sultan 2.Murat ve annesi Hüma Hatun.. Hocası Molla Gürani..Yazar, Sultan'ın hayatını okadar ibret verici anlatmış ki şimdiki yetişen gençlere ve ailelerine klavuz niteliğinde olmuş.
Tahta geçtiğinde 12 yaşındaymış.Genç yaşını fırsat bilen düşmanlar ittifak kurarak Osmanlıyı zora sokmuşlar.Fatih'in babası tüm ısrarlara rağmen tahta geri dönmemiş fakat Sultan'ın tek sözüyle iş değişmiş..'eğer padişah sen isen gel ordunun başına geç,yok eğer padişah ben isem emrediyorum gel ordunun başına geç...'Böylesine güçlü böylesine zeki bir padişah...
ve Feth-i Mübin..
53 gün süren zorlu bir mücadele sonrasında,karayı deniz denizi kara yapan 21 yaşında inançlı bir padişah ile 1125 sene sonra Bizans tarihe gömülür.Artık Genç Mehmed yani Sultan Mehmed,Peygamberin müjdesi ile fethi yapan FAtih olmuştur.. FATİH SULTAN MEHMED OLMUŞTUR..
Enbiya vü evliyaya istinadum var benum,
Lütf-i Hak'dandır heman ümmid-i feth ü nusratum
...

8 Ekim 2007 Pazartesi

Büyük zaferler büyük savaşlarla kazanılır,büyük savaşlar büyük kumandanların harcıdır!!!

kitabın adı:MALAZGİRT'TE BİR CUMA SABAHI
kitabın yazarı:YAVUZ BAHADIROĞLU

Herkesin bildiği gibi Malazgirt Savaşı Türk tarihinin en önemli olaylarından biri..Yazarında bahsettiği gibi büyük zaferler büyük savaşlarla kazanılır,büyük savaşlar ancak büyük kumandanların harcıdır.
Destani bir savaş;Malazgirt...
efsanevi bir zafer...
eşsiz bir kumandan;Sultan Alpaslan...
islam dünyasının sahip olduğu fedakarlık timsali bir ordu...
En güçlü silahları;bir olmak...
Tek ortak noktaları;DİN...
böyle bir savaştı Maalazgirt savaşı...
yazar, hem savaşı hem orduyu hem ülkeyi hemde bu ülke için gönül vermiş Türk milletini okadar güzel bir dille anlatmış ki tarih kitaplarından sıkılan ben kitabı büyük bir zevkle okudum.
Bir ülke uğruna nasıl canlarını ortaya koyan Türk insanının o günkü ölüm kalım savaşını,nasıl namus,haysiyet ve şereflerini koruduklarını anlatan nefis bir kitap...

18 Eylül 2007 Salı

Ellerimiz var bizim!!!

kitabın adı:POSTA KUTUSUNDAKİ MIZIKA
kitabın yazarı:ALİ URAL

Çağırırken yüzünü, kovarken sırtını, iki yana salladığında ayrıldığını gösteren, ‘dur!’ derken dik, ‘geç bunları!’ derken eğik duran, açıldığında isteyen ve veren, yumulduğunda öfkelenen ve vuran, üst üste geldiğinde Allah’ı, iç içe geldiğinde kulları öven, kışın sobaların, yazın denizlerin tercümanlığını yapan,kura çekerken titreyen, bıçak çekerken titreten, makasçılarla trenlerin, terzilerle kadınların yolunu değiştiren, şekillere giren ve şekiller veren, şifreyi kurcalarken rakamları, buket yaparken çiçekleri, cinayet işlerken mermileri okşayan ,söndüren ve yakan,çözen ve dolaştıran ,çizen ve silen,kazan ve gömen,kuran ve yıkan,gölgesi çocuklara tavşan, büyüklere kurt masalı anlatan,kutsal kitabın üstünde sıcak,taşın altında soğuk ellerimiz var bizim..

Ellerimiz var,çünkü ellerimiz falcıların elinde okunmak için değil,amalar gibi okumak,ahrazlar gibi konuşmak için var.Ellerimiz bir yüzü tarif etmek için dokunuyor, ellerimiz bir sözü tarif etmek için oynuyor.

Şimdi ben bu elleri ne yapayım?Bulunmasalar saklardım tavan aralarında.Eğer yeryüzündeki bütün elleri bir masanın üzerine koysalar,elini bulabilirdim onların içinden..

Kararma yağmayacaksan,kürek çekme mahkumu olmayacaksan,Sorma, tahammülün yoksa cevaba.Saati kurma durduracaksan!!

11 Eylül 2007 Salı

‘Boş ellerle doğmak,ölmek boş ellerle..Yaşamı tüm doluluğu ile gözledim boş ellerle..Marlo Morgan

Kitabın adı: BİR ÇİFT YÜREK
Kitabın yazarı: MARLO MORGAN

Bu kitabı defalarca okumayı erteledim.Düzenlediğim kitap listesinde bile hep en sona attım.Çok sıkıcı olacağını tahmin ettim.Sonunda okumaya karar verdim.Yaşanmış bir hikayeydi anlatılan.Hikaye Kansas City’de başlıyor.Koruyucu hekim olarak çalışan 50 yaşlarında Amerikalı bir kadının bir gün aldığı teklifle hayatı tamamıyla değişir.Hekim arkadaşının Tavsiyesiyle Avustralya ya çalışmaya gider.Orda Avustralya yerlileri ile çok başarılı işler yaptığı için bir gün ödül törenine davet edilir fakat bu davet sandığı davetlerden çok farklı olur.Avustralya yerlileri olan Aborijinlerin yaşamlarının tam ortasına gelir..Fakat bu hayat normal hayatlardan farklı olacaktır.giyimleri,yemekleri, yaşam tarzları..
Bu kabileyle beraber 4 ay süren ve çölü boydan boya geçmek için bir yürüyüşe çıkarlar.Morgan, bu insanların 50.000 yıllık kültürlerinin felsefesi ve bilgeliğiyle tanışır.Dayanıklılığının her gün sınandığı bu zorlu yolculukta karşılaştığı her zorlukla birlikte ruhu da değişime uğrar.Bu yerliler çölde yaşamaktadırlar.Kıyafetleri sadece bir bezden oluşur.Dünyaya ait hiçbir şeyleri yoktur.Hep doğal yaşarlar.Ne yiyeceklerini hiç düşünmezler çünkü o günkü rızıklarını mutlaka alacaklarını düşünürler.Vücutları okadar dayanıklıdır ki hiçbir acı duymazlar.Yerliler arasında herkesin becerisine göre isim verirler.Şifacı kadın,taş kırıcı…gibi.Vahşi hayvanlardan korkmazlar çünkü onların varlılığının bir sebebe ait olduğunu düşünürler.Temizliklerini ve ihtiyaçlarını hep doğadan karşılaşmaktadırlar.Güçlü doğal şifa yöntemlerine tanık olup onların canlılarla ilgili farkındalıklarının ne kadar derin ve anlamlı olduğunu da anlamaya başlar.

‘’Bir sınavın üstesinden gelmenin tek yolu, onunla yüzyüze gelebilmektir..’’

2 Eylül 2007 Pazar

Bir aşk hikayesi..


Kitabın adı:BİR AŞK HİKAYESİ
Kitabın yazarı:EMİLE ZOLA
Okumak için seçtiğim kitaplar arasında bir tane de roman olsun istemiştim.hatta derin bir aşk hikayesi olursa iyi gider dedim.Kitabın adından da etkilendim.Olay Pariste geçiyordu.Juliette Deberle ve kocası Henri Deberle zengin bir ailedir.Yan komşuları Helene ve kızı Jeanne bilikte yaşamaktadırlar.Bu iki aile sıkı birer dost olmuşlardır.Fakar Henri,Heleneye aşık olmuştur,bu durumu Jeanne şiddetle kıskanmaktadır.Acı bir sonla bu aşk son bulur.Fakat yazar okadar çok tasfir yapmış okadar çok ayrıntıya dalmış ki kitabın yarısına geldiğimde bile ortada hala bir aşk yoktu.Dışarda yağmurdan düşen yaprağın şeklinden, sofrada ki ne yedikleri yemeğe kadar yazar ayrıntıyı anlatıyordu.Kitap 340 sayfa, buna rağmen 250.sayfada bile durum hala aynı..İnanın bana kitaptan çok sıkıldım.Yazar bana kızmasın ama sanki sadece kitap yazmak için yazmıştı.Kitabıda yarım bırakamadım bitirmek zorunda kaldım.Belki bir kitapta ne kadar çok tasfir yapılırsa okadar güzel olur.Bu okuyucuya göre değişir.Ben bir okuyucu olarak hoşlanmadım.
''Ancak yazıya geçmiş düşüncenin değeri vardır;geri kalanlar boş bir çırpınmalardan,rüzgarın alıp götürdüğü bir saatlik hayallerden başka bir şey değildir..'' EMİLE ZOLA :))

27 Ağustos 2007 Pazartesi

HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk.. "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar daalman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yenidenyazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm." Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!." Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına.. "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi.."..... O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi, "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın..

HAYALLERİNİZDEN ASLA VAZGEÇMEMENİZ DİLEĞİYLE!!

‘’Hikmetleri kelimelerin kalplerine indiren Rabbim’e hamd olsun!’’


Kitabın adı:İSİMLE ATEŞ ARASINDA
Kitabın yazarı:NAZAN BEKİROĞLU

‘’Hikmetleri kelimelerin kalplerine indiren Rabbim’e hamd olsun!’’

Böyle başlıyordu kitabın ilk cümlesi..okumadan geçmek mümkün değildi tabiî ki.İsimlerin varlıklardan önce yaratıldığını söylüyordu.Allah’ın Adem’e ilk önce isimleri öğrettiğini ve sonra hayatları yarattığını söylüyordu.Bu yüzden Adem(a.s) meleklerden üstün kılınmıştı.İsim hayattan evveldi.İsim sebepti bu yüzden..

Her padişah bir isimdi.Mehmet,Selim, Süleyman..Fakat kendi hayatını taşımayıp başına bir sayı sıfatı koyulduğunda yitirmişti kendine özgü padişahlığını.Her biri aynı değildi muhakkak..Bir değil çok hayat yaşadığında ve hayat bir isme sığmadığında kendine koyulan bir diğer isim koyulurdu.Onu diğerlerinden ayıran isim;

Fatih Sultan Mehmed..
Kanuni Sultan Süleyman..

Varlık isimdi. Yokluk? ölüm.O da isimsizlik demekti…

'KAZANMAN YADA KAYBETMEN DEĞİL,NE ÖĞRENDİĞİN ÖNEMLİ..'

KİTABIN ADI:7.VİTES
KİTABIN YAZARI:MELİH ARAT

Viyana da bir pamuk ihracatçı olan bir şirkette stajyer olarak çalışmaya başlayan Peter Drucker’ın nasıl sıra dışı yaşadığını dikkatle okudum.Sayın Melih Arat’ın da özenle bahsettiği Bay Drucker’ın birkaç sıra dışı önemli ipuçlarını sizinlede paylaşmak istedim.

· Mükemmele ulaşmak için bir kez daha dene kaç yaşında olursa ol!
· İnsanların değil, Allahın dikkatini çekecek kadar mükemmel bir iş yap!
· İnsan diğer insanların beklenti sınırlarında değil,Allah için çabalamalı..
· Her konuda bilgi sahibi ol..
· Yaptıklarının ve yapamadıklarının farkında ol..
· Yapman gerekeni bil..
· Kararlarını ve sonuçlarını karşılaştır..
· Öldükten sonra neyle hatırlanmak istiyorsan öyle davran..

Sıradan bir hayat yerine sıra dışı yaşamanız dileğiyle…
ESRA BURGE

17 Ağustos 2007 Cuma

'hayal edilen bir taç sahibi olmak değil,kral olmaktır.'

kitabın adı:MARKA OLMAK İSTİYORUM
kitabın yazarı:DAN HERMAN

Müşterileriniz, başkalarıyla mukayese edilemeyecek, yerini kimsenin dolduramayacağı bir çizgiyi yakaladığınıza inanırlarsa ve rakipleriniz Sizi taklit edememeye başladığında her koşulda özel bir tekel oluşturursunuz. Bir marka, kaliteyi, hatta bir ideolojiyi, ayırıcı bir kültürü hayattaki ihtirası, hür bir ruhu anımsatır. Yazar markaya bakışını böyle açıklamış. Fakat asıl iddiayı Saatchi&saatchi reklâmcılık firmasının dünya CEO’su ve ‘Lovemarks’ın yaratıcısı Kevın Roberts ortaya atmış.
Roberts yöneticilik yapmaya başladığı zaman hem çalışanlarını hem de müşterilerini memnun edecek yeni vizyon ortaya koydu.’Lovemarks’adlı bir kavram oluşturdu.Bu yaklaşımının iki avantajı vardı.birincisi reklam veren için büyük bir vaatti.onlara markalarının tüketiciler tarafından sevmesini sağlayacaklarını iddia ediyorlar.Sadece ‘tercih etmek’ veya ‘arzulamak’ değil; ‘sevmek’..Bunu kim istemez ki?İkincisi ise, konseptin hatırlanması kolay bir basitliğe sahip olacak olması..
Onun ortaya attığı münakaşanın temelini oluşturan düşünceye göre, ‘en iyisi firmanızın hem sevilmesi hem de sayılmasıdır. Roberts’ın modelinde bu, birbirinden bağımsız ama yolları kesişen iki bıçaktır.Saygı sevgiyi etkilememektedir ve sevginin de saygı üzerinde bir etkisi yoktur.Hem sevilen hem de sayılan markalar olmalıdır.Bunlar süper marka tipleri olan ve tükericiler tarafından kendilerine sadakat duyulan Google, Apple, Coca-cola, Nike ve Starbucks gibileridir.

Yazara göre 10 adımda karşı konulmaz markalaşmaya doğru gidiş formullerinden bahsetmek istiyorum.
1.Pazarlama senaryosu: Pazarlama senaryonuz bir fındıkkabuğu içine girebilmelidir.
2.Ne tür bir markayı geliştirmek üzeresiniz karar vermelisiniz.
3.Hedef müşteri kitleniz, onlara sunmaya hazırladığınız ürünü kabullenmeye hazır mı?
4.Hedef müşteri kitlenizin motivasyonunu yolun en başında anlamalısınız.
5.Marka vaadinin tanımlanması gerekir.
6.Olası vaadleri ortaya koymalısınız.
7.Markanın stratejisini seçmelisinz.
8.Ümit edilen psikolojik değişikliğe ulaşabilmek için ne gibi bir zihin değişikliğine gerek var?
9.Müşterileriniz ne kadar ilgilidir?
10.Müşterinizin inançları haline gelebilmek için nasıl davranılmalıdır?

Yazar Dan Herman’a göre Bir marka kendi standartını kendi geliştirir. Onun bir liderlik vasfı vardır.İyi markaların gerisinde yaratıcıların ortaya attığı efsaneler, esrarengiz üretim yöntemleri, gizli formuller yatar.iyi bir marka kendine karşı her zaman çok ciddi davranır.lüks bir marka asla demokratik yönetilmez.Ancak dikta benzeri yöntemlerle, otoriter ve dahi yaratıcılarlai şirket içinde ve dışında ürün için güçlü tutkular gösterebilen, en basit detayda bile ukalalık edebilen ilhamlı liderlerle yönetilir.

‘’Hayal edilen, bir taç sahibi olmak değil,
kral olmaktır.’’